30 Aralık 2013 Pazartesi

Manzara

Bu aralar düşünmekten farklı bir şey yapmıyordu. Aslında mütemadiyen düşünürdü ama onun yanı sıra başka şeyler de yapabilirdi. Ancak bu aralar o başka şeyleri yapmak onu boğuyordu. Sadece öylece durmak, düşünmek istiyordu. Bunu sahildeki bankta oturup yapmak istiyordu lakin üşeniyor, çıkmıyordu. Tek başına bir yerlere çıkmak ona ölüm gelirdi.
Bir manzara aradı uzun süre dört duvar içinde. Önceleri bilgisayarının ekranındaki görüntülere dalarak düşünürdü. Sonralarda aklına bir fikir geldi. Kitaplığı onun için en mükemmel manzara olabilirdi odasının içinde, dört duvar sınırlarında.
Evet evet, dedi. Durdu karşısında bir müddet kitaplarının. Boy sırasına dizdi hepsini. Aralarından bazılarını alıp rastgele açıp okudu. Sonra yine izledi onları. Hepsinin bambaşka hikayeleri vardı. Hatırlamaya çalıştı, zorladı zihnini biraz. Hem böylece günlerdir kafasında dönüp dolaşan düşünceler dinlenirdi biraz. Dinlenmeliydi. Anıları azcık konuşturalım bakalım, dedi...
Mesela Yaprak Dökümü, ilkokul yıllarından kalma bir kitaptı. O zamanlarda Türk klasiklerini bitirmeyi hedef edinmişti kendisine ve o senelerdeki zorunlu okunması gereken eserlerin hepsini okumuş, klasiklere devam etmişti çok sevdiği Türkçe öğretmeninin direktifinde. Daha öncelerine ait kitaplarda vardı aralarında. Annesine okuttuklarından. Hatırlıyordu, yani hatırlayabildiği zamanlara kadar annesi kitap okumuştu ona ve kardeşine. Ömer Seyfettin hikayeleri, Pollyanna ve Alice Harikalar Diyarında bunlardan birkaçıydı. Hala duruyorlardı yerlerinde. Sonra lisede ödevi olan, zorla bitirdiği ve ödevi teslim ettikten sonra da unutuverdiği kitap da oradaydı, Çamlıca'nın Üç Gülü.
Rus klasikleri vardı bir de bir kısmı ilkokul yıllarına ait, bir kısmı da lise yıllarından kalan.
Onlar tüm kitapçılarda en çok dikkatini çekenlerdi, ısrarla tamamlamıştı o klasikleri de evvelden.
Ergenliğin ilk evrelerinde harçlıklarını biriktirerek aldığı Che'nin biyografik albümü de rafta en güzel yerindeydi. Senelerden beri oradaydı. Ondan başkası eline alıp bakmamıştı o kitaba belki de. Korkarlardı sanki. Ama o sıkıldıkça hala alıp açıp bakardı unuttuğu, hatırlayamadığı yerlere. Hatırladı sonra onu aldığı günü. Şehrinde açılan kitap fuarının ilk günleriydi ve sevdiği standlardandı bu tür kitapların satıldığı stand. Gittiğinde ilk işi o standı bulmak olurdu, yine öyle olmuştu. Gençlerle konuştu bir saatten aşkın sürece, bildikleri kadar anlatıyorlardı o genç liseli kıza. Meraklı, dinliyordu o da. Daha da bilmek için almıştı bu ayrıntılı kitabı. Kocaman bir poşete koymuşlardı üzerinde Che'nin fotografının bulunduğu. Poşet kızın yarısı kadardı, kartondan ve sertti. Yolda yetişkin abi ve ablaları tarafından laflar bile yemişti o gün, ' bu gençlik nereye gidiyor' şeklinde. Aldırmamıştı o zamanlar. Hala daha aldırmıyordu da öyle laflara. Şimdi yetişkin haliyle düşünüyordu, düşünceleri değişmemişti, yadırgıyordu hala öyle söylemleri.
Postmodern amcanın kitabını almıştı yine o yıllarda, 'Benim Adım Kırmızı'. Çok konuşulan bir adamdı kendileri o zamanlar, okumalıyım, demişti kız da. Okuyamadı. Bir kaç kez denedi baştan tekrar baştan başladı ama gitmedi o kitap. Durdu rafta öylece, senelerce. Belki, dedi kız biraz inanmaz bakışlarla, okurum bir gün seni de. Ama inanmıyordu bu düşündüklerine. Büyük ihtimal okumazdı.
Hüseyin Yurttaş'dan Mevlüt Kaplan'dan imzalı aldığı kitapları gördü sonra, hatırlamaya çalıştı onları da. Çocukluğunun ayrıntılarında kalmış yazar adamlardı, hatırladı zorlaya zorlaya.
İlkokul yıllarında ve lisede istisnasız her sene kitaplık kolu üyesi ya da başkanı olurdu, layıkıyla da yerine getirirdi görevini. Yazar amcaların imza gününe geleceği günlerde büyük iş düşerdi ona, severdi öyle günleri. En öncelerden kitabını ve imzasını alır çekilirdi köşesine iç huzuruyla. O günleri hatırladı, gülümsedi. 
Bir raftaydı işte çocukluğunun bir kısmı. Yine çocuk olsam aynı şekilde olsun isterim, diye geçirdi içinden. 
Bu kitaplar anısı olanlardı, en sevdikleriydi. Onların yeri kitaplığın görünen kısmıydı. Ama hep loşta kalan bir kısımdı aynı zamanda da. Çocukluğu da zaten loşta kalmıştı, kalıyordu artık. Git gide.
Oh be, dedi sonra. Biraz olsun ferahlamıştı sanki kafası.
Meşguliyet şarttı ona bu günlerde, kitaplarla birlikte anılarını hatırlaması iyi gelmişti. Bir kaç gün böyle giderdi ara sıra onlara baka baka dağıtırdı kaoslaşmış düşüncelerini. Ancak bu fasıl da bitecekti, farkındaydı.
O zaman düşünürüz, dedi içindeki diğer ses.
Şimdilik idare eder bu kızı kitapları. Etsin, dedi. Sert çıktı biraz.

Kitaplığı vardı kızın ve bahçesi.
Bir sözde diyordu ki, yeterdi bu ikisi.
Ona göre yetmezdi, biliyordu ama güzel sözdü. Hak verdi yine de. 
Yetiririz bir süre dedi. Elbette.
Manzarasına daldı öylece.
...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder