31 Ağustos 2014 Pazar

Çal

Bir elveda yazısı Ağustos'a...
Yazmak istiyorum. Dolu dolu. 
Sonra vazgeçiyorum aniden. Biliyorum çünkü kalıyor yazı.
Kalmasın istiyorum bu sefer. Kalmaya değer görmüyorum geçen ayı, ayları, yılları.
Ağustos'u... 
Kalmasın.
Hem ne kalacak ki diyorum?
Sıkıntılar mı? Bulanık mı? Bulantılar mı? Belirsizlikler mi? Git gide artan umursamazlıklar mı? Ne kalacak ki?
Bulamayınca kalmaya değer şeyler, yazma diyorum. Yazma gitsin.
Lakin söz dinlemiyorum. En çok da kendi sözlerimi.
Yazıyorum.
Hiçbir şey kalmasa bile; deliliğim kalsın, inatçılığım, dengesizliğim kalsın diye.

Ve evet uğurluyorum kendimce Ağustos'u, 
Beklerim, diyorum yaklaşık 12 ay. Beklemeye değer gördüklerim uğruna. 
Sayarım günleri, haftaları, ayları. 
Sonra çıkar gelirsin, biliyorum, diyorum. Geleceksin yine minik minik umutlar serpeceksin yüreğime.
Salak salak konuştuğumu yüzüme çarpıp sarılıyor Ağustos. Sıkı sıkı. Ve sıcak.
Esiyor ardından son ılık okşayışları ile savuruyor saçlarımı. Bunlar son okşayışları onun, biliyorum.
Hüzün kokutuyor biraz ortalığı. Aldırmıyorum.
İzliyorum son hallerini, renklerini, güneşini, bulutunu, esişini, nefesini...

Biraz daha kalacaksın, diyorum. Gece son öpücüğü kondurup gideceksin. Telaşlanma.
Sonra yine geleceksin. 
Çalacaksın kapımızı.

Ağustos son şarkısını mırıldanıyor o sırada, usulca.

''Çal kapımı. 
İster huzurlu, ister huzursuz.''
.
http://www.youtube.com/watch?v=XxNyt3pChE8


26 Ağustos 2014 Salı

Şarkılar

...
Dönüyor dünya. Ve dönümü geliyor günlerin.
Sıcacık, yapış yapış, çok yorgun zamanların dönümü.
Hüzünden kaçarken, hafif yaşam ümidi dolduran vakitlerin dönümü.
Zeytin ağaçları altındaki sohbetlerin, uzun yolculukların, güzel seslerin- gözlerin, naifliğin ve tüm bunlarla beraber belirsizliğin, hep belirsiz kalacakların dönümü.
Şarkıların dönümü, dönüşü...

Geliyor işte vakti geldiğinde tarihler, ve tarihleri doldurduğumuz anılar geliyor. Gözümüzün önüne. Gözümün dibine.
Sonbahar arefesi, yazın son demleri geliyor. Ilık ılık esen lodos.
Bir Müzeyyen Senar şarkısı takılıyor dile. Önce hatırası dönüyor ama.
Dönüp duruyor peşi sıra da. Yüksek sesle. İçte daha bir yoğunlukla.
Bir de rüzgar sesi işitiliyor, okşuyor tıpkı o gündeki gibi. Usulca.

Kız ise huysuz hala sonradan böyle olmanın verdiği tuhaf rahatsızlıkla. Ve tatlı da. 
Öyle sanmakta ya da.
Deniz hala tuzlu.
Hava hala turuncu.
Kalbi?
Hala...

Neyse işte, derken ekliyor hoyratça;

Mütemadiyen saçmalamaların vakti tam da.
-Şarkılarda sen varsın da.-

                                                                                                                               Bu Ağustos'ta da.


                                                                                                                                       Da, da, da.

9 Ağustos 2014 Cumartesi

Basit

Her Ağustos'ta canım mı sıkılacak böyle?
Geçen sene bu ayda çok sıkılmış, sonlarına doğru geçirmiştim biraz sıkıntımı. Ancak ardından daha şiddetli hissetmeye başlamıştım geçen sıkıntıyı. Demekki geçmiyor, demiştim kendi kendime. Geçmeyecek bir süre.
2014 Ağustos'una geldiğimde ise yine aynı sıkıntıyı hissediyorum her bir zerremde. 
Yine, diyorum. Geçmeyecek mi acaba? diye soruyorum.
Cevap veremiyorum bazı sorularıma.

Sıkıntımı yokluyorum sessiz bir cumartesi  akşamı.
Şiddetini, sancılarını, kafamı bulandırdığı konuları düşünüyorum. Çıkamıyorum işin içinden.
Esasen son bir kaç senedir ben hiç bir işin içinden çıkamıyorum. Sürekli bir batma hissediyorum dibe doğru. Ya da yerçekimi mi acaba diyorum daha derine çeken o kuvvete. Bulamıyorum.
Herkesin geçtiği dikenli yollar, herkesin bir dönem hissedip sıkıldığı anların birleştiği zaman dilimi, diyorum. Avutuyorum kendimi. Öyle sanıyorum.
Beceremiyorum.
Şairlerin ümitlerinden istiyorum, diliyorum. Ne güzel de pes etmemişler, diyorum. Daha da aşık oluyorum her birine. Bazı pes edenlerine de hayran oluyorum bir de. Pes etmek de cesaret ister, diyorum.
Ben de o da yok diye hayıflanıyorum.
Lanet ediyorum Ağustos akşamlarına, cumartesi günlerine, bağıran çağıran seslere, baş ağrıma, dönüp duran dünyaya, hiç düzelmeyen- düzelmeyecek düzene, kaybettiğim ümidime, asla gelmeyeceklere, hep bekleyenlere- bile bile bekleyenlere, kula kulluk edene, kendini nimetten sayana, insan deneyenlere- insan sınayanlara, sınayarak insanları delirtenlere, aşağıladıkları hayvanlar kadar bile olamayan insanlara, 'insan' olamayanlara, kalbi kapkaralara, hayatı goygoy belleyenlere, çabuk unutanlara, hiç unutmayanlara, küfür kadar uğursuzlara, bakıp görmeyenlere, hiç doymayanlara, kulakları sağırlara, körkütük inananlara, iç sıkan bulutlu havaya, yapış yapış terleten neme, güzellikten anlamayanlara, şiirden habersizlere...
Hepsine, teker teker,
Herkese, içimi bunaltanların her birine lanet ediyorum.

Sonra durup dinliyorum cırcır böceğinin sesini.
Aslında ne basit diyorum, sevebilmek her birini, her şeyi.
Ne basit.

Ama benlik değil, basit değil. Şimdilik.
Belki yıllar sonra olacak basit, basit, basit. Diyorum.
...