1 Şubat 2015 Pazar

Zorlantı

...
Ara sıra gelen hiçbir yere ait olmama hissi var. Böyle küf kokulu bir his sanki, ya da kokusuz... Mu?
Bu öyle bir his ki, ani sorgulamalara yol açan, anı çok ciddi bir şekilde sarsan, yok olup gitsin istenen,ölsün, bitsin istenen bir his.
Ne bir kişiye, ne bir aileye, ne bir topluluğa, ne bir şehre, ne bir ülkeye ne de dünyaya işte evrene, hiçbir şeye ait olmama, olamama hissi. Olmak istememe, -muş gibi yapmaktan tiksinme, bulanma hissi.
Herkesin yabancılaştığı, başkalaştığı... Ne olduğu belirsiz bir yaşamın ortasında tek başına, yapayalnız kalmışsın hissi. Üstelik olanca yabancılığın, anlamazlığın ile karşı koymaya çabaladığın, kendini yıprattığın ve belli ki daha da yıpratacağın bir zavallılık hissi.
... Öncesindeki çatlarcasına baş ağrın, boş bakmaların, dünyayı hiçleştirmen ve sonrasındaki o sayıp sövmeleri sonuna kadar hak eden bir his.
Gürültülerde gebe kalan,
Karanlıkta ortaya çıkan,
Sessizlikte azmış bir hayvana dönüşen.
His.

Çaresini, varlığının nedenini sorgulamaktan üşendiğin bir his.
Umursamamak istediğin ama verdiği rahatsızlığı saatlerce, günlerce, uzuun zamanlarca her bir zerrende işkence gibi hissettiğin...his.

Yazınca hafifleyen, kusunca rahatlatan ama zamana gizlenip ara sıra yaptığı sürprizlerle bünyeyi -kendince- eğlendirmeye devam eden,
İnsanı durup durup tekrara düşüren, sıkıcılaştıran, çıldırtan,
Zorlaştıran nefes almayı ve adım atmayı...
HİS.
.

28 Ocak 2015 Çarşamba

Mey

...
Meylim var gemileri yakmaya. 
Geç kaldılar diye alabora olmalarını istemeye, çirkinleşmeye meylim var.
Velakin gemi yok ne yakacak ne de alabora olsun isteyecek.

Meylim var bir başına kalmaya. Hem de sonsuza dek.
Bir de kırıp dökmeye meylim var. Taş üstünde taş koymamaya.
Nedendir bilinmez itliğe, hayırsızlığa, hayınlığa meylim oluyor ara sıra.

İnanmamaya, güvenmemeye meylim var.
Kalmaya.
Durmaya.
İsteksizliğe.
Hiçliğe.
Ve daha bunlar gibi bir can sıkıcı, iç bunaltıcı, ömür sömürücü birçok lanetli şeye meylim var.

Olmazlara. Asla olmayacaklara.
Gitmelere. Asla gitmeyeceklerime.

Kimi sevmelere. Gönül vermelere.
Akılda tutmalara. Gözümden ayırmamalara.
Bilinçaltımı işgal etmelerine izin vermeye.
Birer oda ayırmaya her birine.

Gece gece, çok fena saçmalamalara.
Eskileri düşünüp minimal çıldırmalara.
Mazoşistliğe.
Tüm olan biteni tekrar tekrar ölçüp tartmaya. Sonra da ah'lanıp vah'lanmalara.

Hayatta... diye başlayan cümleler kurup, her birini büyük bir zevkle gerçekleştirmeye.

Galiba,
Durup dururken özlemelere. Özlenmeyeceklere hem de.

Belki de olur olmaz her şeye,
Çalan şarkılar, saatlerdir baktığım eski fotoğraflar sebebiyle...
Mey....

Sahi, mey.
...
https://www.youtube.com/watch?v=vZ89Nl6jUYI

10 Ocak 2015 Cumartesi

Günlerin tükenenleri

...
Sürekli konuşmak zorunda, anlatmak zorunda olduğum, sorular ve cevaplar arasında debelenip durduğum bir mesleği seçmem ve yapmaya çalışmam. 
Ne kadar doğru bir karar, ne kadar doğru bir seçim, diye sorup dururum kendime. Konuşmaya, anlatmaya, cevaplamaya takat bulamadığım günlerde...

Zaten daha çok dinleyici olarak benliğini oluşturmuş bir bünye, iş icabı konuşuyor gibi olmaz mı böyle bir durumda? 
Düşünüyorum işte. Öyle oluyor gibi geliyor. 
Konuşmak, anlatmak istemiyorum kimseye. Kendimi, halimi, koca kafamdakileri. Anlatmak zorunda olduklarım kafi geliyor. Gelmeli, diye düşünüyorum.
Sustuklarım, suskunluklarımın beni daha derin bir sessizliğe bağladığının farkına varıyorum git gide. 
Konuşacak şeyleri bitirdiğimi, biliyorum. Bitti.
Konuştum, konuştuk, bitti, diyorum. Daha fazlasını istemiyorum da anlatırlarsa elbette dinlerim, diye ekliyorum. Anlatsınlar istiyorum aslında çoğu zamanlarda da.
Çünkü kimsenin anlatacağının bittiğini sanmıyorum. Öyle çok konuşmalarından bunu çıkarıyorum. Dinlemeye geçiyorum. 
Dinliyorum. Kimseye anlatılmayanları, anlatmaya cesaret edilemeyenleri, laf olsun diye yapılan gevezelikleri...

Dinlerken içimden geçiriyorum bir yandan da. Bir zamanlar nasıl da hevesli konuştuğumu, anlattığımı, dilimi damağımı kuruttuğumu; nasıl vazgeçtiğimi düşünüyorum tüm bunlardan. Neden ve niçin tükettiğimi laflarımı. 
Her şeye bir şekilde cevap buluyorum da, kendime bulamıyorum.
İnsanın kendini tatmin edecek cevaplar üretememesini saçma buluyorum. Nasıl oluyor da, diyorum. Nasıl?

Ve bir de, çok konuşmak isteyip de, konuşacak şeyler bulamadığım günleri hatırlıyorum. Can çekişmelerimi, o anların sıkıntılarını hissediyor, derin sessizliğini duyuyorum içimde bir yerlerde. Bir garip huzurlu geliyor o anılar. Tuhaf. 
Hatırımda olmaları hala, mutlu ediyor sanki. Yüzümü güldürmese de içimi gülümsetiyor. İçimi görüyorum.
...
Şarkı çalıyor, içinde kedilerin, kuşların, çekik gözlerin geçtiği.. Ben her harfe sakin sakin dokunmaya devam ediyorum. Yüzüme vuran sıcak eşliğinde dinliyorum, içimi konuşturuyorum. 

Keşke diyorum, hayıflanıyorum. 
''...Konuşacak hiçbir şey bulamazsak senin çekik gözlerinden konuşalım.'' cümlesini duyunca.
http://www.youtube.com/watch?v=ElHUrlPTg-g

2 Ocak 2015 Cuma

Günlerin ruhu

...
İnsan denilen şu garip yaratığın içini görüyorum artık, ya da biliyorum sanki. Biliyormuşum gibi düşünüyorum. Sahi biliyor muyum?
...
Bildiğimi varsayarak söylemek istiyorum ki, insan denen şu garip varlığın içi kapkaranlık. Uçsuz bucaksız hem de. Evren gibi. Gece gibi. Boşluk gibi. Kör bir kuyu gibi.
Arada aydınlansa da, gün yüzü görse de bir yerlerden birazcık, tamamiyle gün ışığı dolmuyor içi. Karanlık bir köşesi kalıyor en iyisi denilenin bile. 
İnanmıyorum insanların içlerindeki gülistanlara, samimi gibi görünen kasıntılıklarına ve kendilerine olan inançlarına, inanamıyorum.
İnanamadığım için de yarısı güme gidiyor, başaramıyorum.
Başarmanın yarısı olan inanmayı, eksiltiyorum günden güne. Eksiltmesem bile eksiliyor kendiliğinden. Bir bakıyorumki, kalmamışlar elimde, gitmişler.

Ruhumun tüm konuşmalar, söylenmeler, sohbetler, planlar, geleceğe dair umutlar, anılar, hatırlamalar, hatırlanacaklar altında ezildiğini, bayatladığını, çürüdüğünü düşünüyorum. Bir ruh var, evet, inanıyorum ona ama acılı, sıkılmış, sıkışmış, bıkmış bir ruhun bir bedene faydası olacağına inanmıyorum. Aksine, ruhların bu hali bedenleri perişan ediyor, düşüncesine kapılıyorum her perişan hissettiğimde.
...

Bir nesne olsaymışım diyorum, ruhu olmayan. Sadece bir amaca hizmet eden ya da sadece öylece duran bir nesne. İnsanların bakıp hoşlandığı ya da bakıp gereksiz görüp çöpe attığı, kırdığı, yaktığı bir nesne. Bilmeseymişim diyorum varlığımı, kendimi, diğerlerini, birilerini. Nesneliğin şanına yaraşan şekilde var olup, yine o şana yakışan şekillerde yok olsaymışım, istiyorum.

Kendi kendimeymişim gibi hissediyorum senelerdir, senelerce. Ve kendi kendime geçecekmiş gibi tüm zamanım, dünyam tek kişilikmiş sanki, öyle sanıyorum.

Hiç yaşamamış gibi olur muyum sonunda? diye soruyorum bezgin ruhuma.. 
Ve, aslında cevap bile beklemediğimi biliyorum. 

Sadece kelimeler bırakıyorum sonrama.
...
http://www.youtube.com/watch?v=kPHEzsBKvmA

1 Ocak 2015 Perşembe

Günlerin en başı

...
Hastalık. 
Bitmek bilmeyen, hem canı hem ruhu sıkan bir süredir. Üstelik bu işi git gide seven ve terketmeyen bir yüzsüz gibi, hastalık.
Dizilerim, filmlerim.
Bitki çaylarım tarçınlı, zencefilli ve bol ballı.
Fanzinlerim, dergilerim; gülümseyerek, ağlayarak okuduğum yazılar, anılar, kesitler, iç dökmeler.
Hüznüm. Hiç bitmeyen, bitmeyecek ve gitmeyecek olan.
Boşvermişliğim.
İsteksizliğim.
Yorgunluğum.
Halsizliğim.
Düşüncelerim, her daim beni boğmaya meyilli.
Zonklayan beynim.
Git gide bulanıklaşan görüş açım.
Beyazlayan saçlarım, birkaç tel daha artan.
Yargılarım.
Önyargılarım.
İyimserliğim, azıcık kalan.
Kötümserliğim, durmadan çoğalan.
Sağanak.
Yağan, durmak bilmeyen, ıslatıp duran garibanları, lanet olası yağan.
Soğuk. Hasta etmekte usta olan, afallatan bölge insanımızı.
İnsanlar. Beyni kabız olanlar. Hala gözüme iğrenç görünenler.
Haberler, bültenler, olan biten tüm tırıvırılar.
İçinde öküz yaşatan tüm adamlar. Aslında adam da sayılmayanlar.
Barbarlar. Barbarlıklarıyla nimetmişcesine övünenler.
...
Bulantılar.
Her sene artan beyin sarsıntıları.
Sona yaklaşmaların verdiği gerginlik. Bünyeye yansıması bir de.

Yeni mi yıl? Giden mi sene?
Farksız işte. 1'ken 1 hala. Acı hala acı. Tatlı da tatlıdır muhakkak.
Aynı gidenle, gelen. 
Ya da benim aynı kalma hevesimden, kelimelerim.
Dökmeye niyetlendiklerim.
.