26 Haziran 2014 Perşembe

İyi mi?

...
Bugün hiçbir şey için teşekkür etmek, minnet duymak istemiyorum.
Hem de hiç.
Yazmak da istemiyorum.
Hiç.
Ama işte istemediğimiz şeyleri yaptırıyor ya hayat bize hep, onu düşünüyorum ara sıra.
Ne çok şey yaptık istemeden, yapıyoruz hala daha, yapacağız.
Neden?

Her şey bir yana, 
Her şeyin üstünü örten, sarıp sarmalayan karanlık iyi böyle, afferin tanrıya.

Minnetim bu gece sadece bu iyi karanlığa.
Bir de şair adamlara.
Ve şiiri en baştan, daha da çok sevdirenlere.
Tüm o iyilere.
.

13 Haziran 2014 Cuma

Keman sesi

... Evet. Deli bir yazma aşkı var şuan, tam da şimdi. Ne olursa olsun, fark etmez. Sadece yazayım. Kelimeler, cümleler birleşsin. Ya da birleşmesin, fark etmez. Anlamlı bütünler oluşturmasınlar, istemez. Kelimeler olsun bir sürü. Cümleler olsun. Kalsın onlar sonra. Çok sonraya. Ya da kalmasın, o da istemez. Sadece anlık, günlük kusabiliyim kelimelerimi, cümlelerimi. Birikenleri.

Deli bir yazma aşkı sayın zımbırtı, evet. Tıpkı 2005 kışında olduğu gibi. 2007 yazındaki gibi tıpkı. 2009'un tümündeki gibi. 2010'daki gecelerde hissettiğim gibi. En çok da 2010 Temmuz'u gibi belki. Acı acı hissettiğim bir yazma ihtiyacı. Veyahut 2013 baharındaki gibi. Hevesli olmadan, zaruretten sadece. Yazmazsam ölecekmişim hissi. Öyle işte. Öylesi gibi.

Hissettiğim esasen yoğun bir -rahatsızlık- hissi. *Huzursuzluk.* Ve bu öyle bir his ki anlatılmadan geçmiyor. Ben anlatmıyorum ama yazıyorum. Yazarak hafifliyor. Anlatınca daha bi geçiyor lakin anlamsızlaşıyor. O yüzden anlatılmamalı. Yazılmalı diyorum. Anlamsızlaşmadan. 
Ya da,
Belki de anlamsızlaştırarak not edilmeli bir beyaz sayfaya.
Öff, bu da ne diyor be, demeli okuyan. Anlamamalı. Zaten anlamadıkları şeyleri hakikaten anlamamalılar. Anlamış taklidi yapmadan anlamamalılar. Hem ne yapsalar anlayamazlar.
Hem ben de anlamamki kimsenin halinden. Anlamak istemem çoğu zaman. Anlamsız gelir. Çünkü ben en çok kendimi düşünürüm sayın zımbırtı. En çok kendimi.
Daha önce nasıl bir insan olduğumu, neye dönüştüğümü ve daha neye dönüşeceğimi düşünürüm. Kronolojik sıraya göre yaptıklarımı, ettiğim kötülükleri, üzdüğüm kalpleri düşünürüm. İlkokul 3.sınıftaki o çocuğu, o kızı, o minicik kalpleri düşünürüm, minicik kalbimi. Büyürken yapıp ettiklerimi. Paramparça edip sonra dönüp bakmadıklarımı düşünürüm. Vicdan azabıyla  mı peki? Hayır.
Herşeyi zamanıyla birlikte düşünürüm. O zaman öylesini yapmışım, öylesi bir insanmışım, derim. 
Ben kendimde çok suç bulmam sevgili zımbırtı. Esasen kimse kendinde suç bulmaz gibi gelir bana.
Birine, misal en yakınına bir sıkı sarılamadığın, kokusunu içine çekemediğin için kendinde suç bulmazsın. O sarılsaydı vakitlice ben de içime çekerdim kokusunu elbette, dersin.
O, dersin. O. Suçlu.
Elleri, kolları, gözleri...
Ve konu neydi sahi zımbırtı? Nereye geldi? Neden geldi?
Neyse, gelmişken o halde;
2010 ilkbaharında bir an canlandı şimdi de gözümde. Fonda Farid Farjah. Titrek bir ses. Şiir okuyor kız. 
Gözleri de dolu dolu. Ama kimse de hissetmesin istiyor o halini. 
Zorluyor kendini, çok zorluyor. 
Ses sustuğunda kafasını kaldırmıyor yerden. Kaldırırsa rezillik çıkacağını biliyor. Sessizce onca kişinin arasından yerine geçiyor.
Kafası hala aşağıda.
Adam içinde kemanı ağlatmaya devam ediyor.
O da ağlamaya.
İçinde...
İçten içe.

11 Haziran 2014 Çarşamba

Seçenek

...
İki  seçenek vardı önümde. Uyumak ya da düşüncelerde daha da boğulmak. 
Birisini seçmem yeterliydi. Yapabilirdim seçtiğimi. Yapıyordum her gün.
Bir, iki seçenek daha çıkardım sonra. Ya kırmızı kaplı defter ya da Masumiyet Müzesi, dedim. Masumiyet Müzesi'ni seçtim tüm postmodern önyargıma rağmen. Bir müddettir yapıyordum bunu.
Geçenlerde yine sunduğum iki seçenekten Aylak Adam'ı seçmiştim, Yusuf Atılgan'ı bu sefer anlamayı. Anlayabilirim gibi gelmişti çünkü. Hissetmiştim. Ve evet, doğru hissetmiş anlamıştım. Ve daha önce neden anlamadığıma epey sinir olmuştum.
Kitapta 'isimler' hakkında bir kısım dikkatimi çekmişti. Sahip olmadığımız tek şey, başkaları tarafından verilmiş, diyordu isimler için. Ve tanışırken çok da önemli bulmuyordu isimlerle işe başlama kısmını. Okurken o satırları, evet, dedim. Öyle değil mi?
Sahip olmak istemediğimiz onca belki yüzlerce şeyden. Ama aynı zamanda da alıştığımız olmazsa olmazımız olan şeylerden. Her şey unutulsa da kalan şeylerden. Baş harfleri kazınmış şeylerden. Rastgele bir zeminde rastlanıldığında yüreğe yumru otutturan şeylerden vs...
Neyse.
...

Seçenekler diyordum işte.
Bir yeni seçenek daha buluyorum her yeni günün başlangıcında. Seçenekler sunarak avutuyorum deliren aklımı.
Sonra 3 oluyor, 4 oluyor ve 5 oluyor seçenekler.
Tekrar.
Tekrar.
Tekrar.

Seçmek de nihai amaç haline geliyor. Seçmekten yılıyor, seçmekten bıkıyoruz, seçmeye takat bulamıyoruz.
Lakin seçenekler bitmiyor. 5li seçenek artık olmayacak olsa da 2 seçenek muhakkak sunuyor dünya.
Sunmadan yapamıyor, nihai amacından sapamıyor.
Ve ben hiçbir şey seçmeme seçeneğimi düşünüyorum bir yandan. 
Seçmemenin de seçenek olma sorunsalını...
Ama en bi güzel seçeneğin de 'uyku' olmasını.
...

7 Haziran 2014 Cumartesi

Beklerken

... Sanki hiç gelmemiş gibi, gitmemişim gibi hissediyorum bazen.
Hiç beklememişim gibi.
Hiç görmemiş, izlememiş, dinlememişim gibi...
Hissediyorum.
Ama sonra geçiyor. Birden.
Biliyorum geldiğimi.
Beklediğimi.
Görüp, izleyip, dinlediğimi biliyorum.
Ve böylesi daha fena kılıyor tüm zerremi. İstemsiz fena kılıyor. Farkına varmak insanı fena kılıyor. 
Ve insanoğlu en fenalıklarını da farkında olduğu zamanlarda yapıyor.
İstemli belki istemsiz.
...
Yemek bekleyen kediyi izliyorum pencere kenarından,
Annesini bekleyen çocukları,
Kocasını bekleyen kadınları,
Yağmayı bekleyen bulutları,
Esmeyi bekleyen ağaç dallarındaki yaprakları izliyorum.
Tüm bekleyenleri bulup izliyor, sonra da bekliyorum gözetlemek için o bekleyenleri.
Beklemelerin sonları güzel şeylere çıkıyor muhakkak diyorum. Karın tokluğuna, sımsıkı sarılmalara, yanağa konacak minik ama sıcak bir öpücüğe, hafif bir serinliğe, hareketliliğe... Beklemelerin sonu güzel şeylere çıkar, önermemi doğruluyorum kafamda.
Zaten sonu güzelliğe çıkmayacaksa beklemeler ne diye? diye soruyorum devamında.
Ne diye?

Sonda bir güzelliğin şart olması gerektiğine inanıyorum.
Güzellik şart.
Güzellik kurtaracak çünkü dünyayı.
Ve bizi.
Ve içimizdeki karanlık anca o güzellikler sayesinde aydınlanacak diye söyleniyorum bir gece vakti kendi kendime.

Hoop! diyor sonra içimden bir ses.
Unutmadım, diyorum. Bekleme mevzu bahis ise; 'Gözleri...' ile başlayan cümleler geliyor hatırıma. 
-Gözleri çok güzeldi ama dimi?.-

- Ne güzel abimizdin sen İsmail abi...-