11 Haziran 2014 Çarşamba

Seçenek

...
İki  seçenek vardı önümde. Uyumak ya da düşüncelerde daha da boğulmak. 
Birisini seçmem yeterliydi. Yapabilirdim seçtiğimi. Yapıyordum her gün.
Bir, iki seçenek daha çıkardım sonra. Ya kırmızı kaplı defter ya da Masumiyet Müzesi, dedim. Masumiyet Müzesi'ni seçtim tüm postmodern önyargıma rağmen. Bir müddettir yapıyordum bunu.
Geçenlerde yine sunduğum iki seçenekten Aylak Adam'ı seçmiştim, Yusuf Atılgan'ı bu sefer anlamayı. Anlayabilirim gibi gelmişti çünkü. Hissetmiştim. Ve evet, doğru hissetmiş anlamıştım. Ve daha önce neden anlamadığıma epey sinir olmuştum.
Kitapta 'isimler' hakkında bir kısım dikkatimi çekmişti. Sahip olmadığımız tek şey, başkaları tarafından verilmiş, diyordu isimler için. Ve tanışırken çok da önemli bulmuyordu isimlerle işe başlama kısmını. Okurken o satırları, evet, dedim. Öyle değil mi?
Sahip olmak istemediğimiz onca belki yüzlerce şeyden. Ama aynı zamanda da alıştığımız olmazsa olmazımız olan şeylerden. Her şey unutulsa da kalan şeylerden. Baş harfleri kazınmış şeylerden. Rastgele bir zeminde rastlanıldığında yüreğe yumru otutturan şeylerden vs...
Neyse.
...

Seçenekler diyordum işte.
Bir yeni seçenek daha buluyorum her yeni günün başlangıcında. Seçenekler sunarak avutuyorum deliren aklımı.
Sonra 3 oluyor, 4 oluyor ve 5 oluyor seçenekler.
Tekrar.
Tekrar.
Tekrar.

Seçmek de nihai amaç haline geliyor. Seçmekten yılıyor, seçmekten bıkıyoruz, seçmeye takat bulamıyoruz.
Lakin seçenekler bitmiyor. 5li seçenek artık olmayacak olsa da 2 seçenek muhakkak sunuyor dünya.
Sunmadan yapamıyor, nihai amacından sapamıyor.
Ve ben hiçbir şey seçmeme seçeneğimi düşünüyorum bir yandan. 
Seçmemenin de seçenek olma sorunsalını...
Ama en bi güzel seçeneğin de 'uyku' olmasını.
...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder