30 Eylül 2014 Salı

Konu;

...
Havalar serinliğe doğru yol aldığında aklıma serin bir şehir düşüyor. Ayaz mı ayaz geceleri. Donduran sabahları. Aklıma geliyor.
En çok da geceyarıları. Üşüten ama devamındaki sohbetleri ile ısıtan geceyarıları.
Zaman zaman özlüyorum o serinliği, soğuğu, ayazı ve gecelerini ve o sıcacık sohbetleri...
Ama konu bu değil.

Kulağıma bir şarkı takılıyor sonra. Bir yerlerden tanıdık geliyor. Zorluyorum beynimi. Birileri dinletmiş olmalı diyorum. Birileri sevmiş olmalı bu şarkıyı. Ve ben o şarkıyı seveni sevmiş olmalıyım diyorum. Sevdiklerimin sevdiklerini sevmeyi seviyorum sanırım, diye düşünüyorum. Severken kendim olmaya zorlarken, sevdiğim insan da oluyorum, ona dönüşüyorum korkarak. Belki de, diyorum. Saçmalıyorum. Ve evet, konu bu da değil.

Bir habere rastlıyorum vakit öldürmeye çalışırken. Yine aklıma takılıyor. Adalet yok ki, diyorum. Uğraşmamalı daha fazla. Olmayan şeyler için kafa yormak bazı günler çok fazla canımı sıkıyor, düşünmemeliyim diyorum. Düşünme. Konuya gelemiyorum.

İnsanları aslında hiç sevmediğime kanaat getiriyorum biraz durup. Neden seveyim ki diyorum. İğrençler. İğrençleşiyorlar da gitgide. Küfür gibi suratları sevmek için bir sebep bulamıyorum. Konuyu dağıttıkça dağıtıyorum.

Ama çocuklar... Onları da sevmemek için bir neden olamaz diye düşünüyorum. Çocuklar bu dünyaya göre değil, diye yineliyorum dışımdan. Duvarlarla zaman zaman söyleşiyorum. Konu...

Geçen zamana aklım takılıyor kimi zaman, geçmeyen, geçemeyen zamana bir de. Ve geçebilecek mi zamanlar diye düşünüyorum. Geçiriyorum. Meraka dalıyorum sonrasıyla ilgili. Hemen geçsin istiyorum. Sonra korkup hiç geçmesin, kalsın buralarda, kalsın istiyorum. Konuya sövmeye başlıyorum içten içe.

Kemal Sunal izliyor annem, sesini duyuyorum. Ne kadar nefret etsem de evrenden güzel şeyler de gelip geçti, geçiyor diyorum. Avunuyorum minik gülüşlerle.
Ve ne de güzel insanlar tanıdım diyorum. Çok güzel. Tanıdığım, sevdiğim, tanıdıkça sevdiğim o insanları sıralıyorum. Gözlerini, seslerini, kokularını hatırlıyorum teker teker. Aslında unutmuyorum ki, kandırıyorum sadece kendimi kimi sıkkın zamanlarımda diye mırıldanıyorum . Ekliyorum sonra da, konuya gel!

Bir konu yokki esasen, diyorum. Yok. Uğurlamak istemiştim Eylül'ü. 
Ne kadar farkı olmasa da son bir sene ayları içinde, sıksa da, boğsa da, sabah akşam sövdürse de bana, alıp götürse de kalan biçare aklımı, bana son kalanları... Hoşçakal'ı hak ediyor diyorum. Etsin. Hep ettikleri gibi.
...
http://www.youtube.com/watch?v=cQ8OXfutxG4

23 Eylül 2014 Salı

Ya da

...
İlk olarak jokey olmak istemişti küçük kız. Atları severdi.
Sonrasında uçmayı da sevdiğini düşündü; yüksekleri, uzakları, gitmeleri sevdiğini. Hostes olmak istedi. Belki de tanıdık Hostes Çiğdem Hanım etkilemişti bu konuda kızı, fark etmeden model olmuştu. 
Son çocukluk döneminde evreni kendince sorgulamaya başlayan kız, araştırdı, okudu, sordu, soruşturdu. Evrenin yaşını öğrendi. Çok şaşırdı. Daha ne kadar yaşayacağını sordu, cevaplardan tatmin olmadı. Araştırmaya devam etti. Yuri Gagarin ile tanıştı sonra. Hayran kaldı yaptığına. Onun gibi olmak istedi. Kozmonot ya da astronot.
Yüksekleşiyordu hayalleri, uçlaşıyordu.
Lise yıllarında arkeolog olabilirim, düşüncesi sardı kafasını. İzlediği filmler, diziler; okuduğu kitaplar yönlendirmişti onu o düşünceye. Belki de sevdiği bir kaç öğretmeni. Kimsenin bilmediği şeyleri bilmek, görmek, öğretmek arzusundandı bu hayalleri esasen. Sonralarda fark etti.
Öğretmek arzusuydu bu, evet.

Ya da' larını hatırladı sonra. Ne olacaksın büyüyünce?, diye sorduklarında;
Jokey ya da öğretmen,
Hostes ya da öğretmen,
Astronot ya da öğretmen,
Arkeolog ya da öğretmen, diye cevapladığını.
... 
Ya da 'sı öğretmenlik olmuştu hep. Küçük bir kızken de, kendini bildikten sonra da öyle olmaya devam etmişti. 
Bir yanı uçarı hayalleri ile dolu iken, diğer yanı tam bir standart, garantici insan kafası mıydı?

Ya da'sı aslında hayallerinin bile özüydü. Fark ediyordu artık bunu çok net.
Üzüldü o kıza istemsizce, üzülüyordu. 
Hayalleri ilk planda olmuştu çünkü hep. Ama uğraşlarının nihayetinde ya da'sı olacaktı. 
Ya da'sı da hayali değil miydi esasen? 

Öyle hayal olur mu, derdi duyanlar azbuçuk dalga geçerek. Aldırmazdı. 
En gerçekçi hayaliydi bu. Besbelli. 
Ahir ömründe, en azından, hayal ettiği bir şeyi gerçekleştirecekti.
Gerçekleştirmeliydi.
Gerçekleştirdi.

Şimdi biraz öğretmendi ya da hiçbir şey.

Ya da;
...

13 Eylül 2014 Cumartesi

Sanrı ?

...
Sil baştan başlamaların aslında çok da öyle olmadığını kavradı kız aniden. Sanrıydı sadece tüm olan biten.
Sil baştan başlamışcasına hissettiren.
Yoktu öyle bir şey.
Belki bir şeyler bitmişti, evet ama, baştan başlamamıştı hiçbir şey. Başlayamamıştı.
Başlayamıyordu. En fenası da aslında buydu:

Başlayamamak.

Birileri muhakkak başlamıştır diye düşündü. Başlayanları da görüyordu ara sıra. Yanı başında başlıyordu kimileri mesela.
Doğmaya, çalışmaya, aşık olmaya, unutmaya başlıyorlardı.
O ise kalmıştı her şeyin bittiğin yerde.
Sil baştanmışcasına bir duyguya takılıp sürüklenmişti sadece bir müddet. Ama işte, yoktu hiçbir şey. Elini, avucunu yokladı. Kalbini bir de.
Başlangıç noktası yoktu işte. Varsa bile bir tane, bilmiyordu artık.
Bitişleri, her şeyi kafasında bitirdiği bir zaman dilimi geliyordu hatırına sadece. Derinlere gömülmelerin yaşandığı o kazı günleri.
Ve sil baştan kararı aldığını sandığı aynı akşamüstü.
Sanrıydı hepsi.
Olmamasını istedi. Diledi.
Yine kimse dinlemedi.

Gecelik şarkısının sesini açtı.
Acıttı.

http://www.youtube.com/watch?v=mteqQVDHZBY


8 Eylül 2014 Pazartesi

Anlam

...
Ben anlamam kedi sevmeyen insanları. Bir de bilmemne burcu diye maviye tahammülü olmayanları.
Aslında daha nicelerini de anlamam.
Şiir sevmeyenleri mesela. Kitap okuyanlarla dalga geçenleri.
Kendine özel yaşamayı beceremeyenleri.
Gösteriş budalalarını.
Gizlenme çabası içinde olanları da anlamam ben. 
Kendi halinde yaşama çabası içine giren insancıkların hayatlarına çomak sokanları da anlamam.
Sürekli bağıranları.
Hep susanları.
Kaskatı kesilip kalmışları.
Minicik tebessüm kırıntısı bile kalmamış suratları.
Sürekli coşkulu yaşayan zibidileri.
Hiçbir şeyi takmayanları, benden sonrası tufancıları.
Naiflik nedir bilmeyen ayıoğluayıları.
Homofobikleri.
Feministleri.
Aklı hep bi yerinde takılı kalmışları.
Uçan kuşa sövenleri.
Düşen çocuğuna bir tokat atıp bağıran anaları.
Her şeye rağmen  her düşüşünce 'annee..' diye ağlayan veletleri.
Fazla özlem çekenleri.
Hasretinden ölenleri.
Aşk sarhoşu olmuşları.
Motoru bir türlü soğumayanları.
Her ota burnunu sokanları.
Beş para etmez siyasetçileri. 
1 senelik mezundan elli yıllık deneyim isteyen işverenleri.
Adam kayırıcıları.
Göründüğü gibi olmayanları.
Olduğu gibi görünmeye kanırtan faydasızları...
Ve daha niceleri dedim ya işte, anlamam. Anlamak istemem belki de.

Anlamayınca da sevemem nihayetinde. Sevmem.
Biriktiririm sevmediklerimi. Sevemeyeceklerimi.

Birikirler, birikirler. Dağ olurlar sonra hepsi.
Korkarım sevmediklerimden, daha da sevemeyeceklerimden korkarım.
Kalabalıklaşırlar çünkü. Çok kalabalık olurlar.
Sevgisizliğim sevgilerimi de alır götürür. Götürmese de bir yere sindirir.
Sevemem artık eskisi gibi şeyleri, kimseyi, her şeyi.
Geçmişimdeki, özünde insan iyidirciliği oynayan ben'i. Bile.
Sevmiyorum gibi. 

Bilmiyorum. 
Ve,
ANLAMIYORUM geçip gideni.
.