29 Aralık 2013 Pazar

Çırpışmalar

Nasılsın? sorusuna sayfalar dolusu nasıl olduğunu anlatabilir kişi.
Neler yaptın? sorusuna da.
En çok da Neden? sorusuna sıralayabilir belki cümleleri.
Ama karşısındaki gerçekten anlatmak istediği kişiyse. Değilse bir kaç cümle idare eder, ettirilir. Ve insan sadece anlatmak istediklerinden duymak ister bazı soruları. Geri kalanlardan değil.
Sorular genellikle öyledir. İki taraflı tatmin duygusu yaşatmalıdır. Hem soran hem de cevaplayan kendi çapınca tatmin olmalıdır. Yoksa eksik kalır. Tatsızlaşır.
***
Ve bir yeni ütopya hakkım daha olsa, diye düşündü. Bu kesinlikle sorulardan oluşurdu. Sonsuzluk, sorular ve cevaplar. Sadece anlatmalar, cümleler, sözcükler. Döngü bu olsun, diye istedi, onu düşledi. İki kişilik bir dünyaydı yine kurduğu. Ama zaten kurulan tüm dünyalar bir yerden sonra iki kişilik olacaktı belki birkaç fazla belki birkaç az. 
Beraber bulunacaktı bazı cevaplar, bazı sorular yanıtsız kalacaktı. Güzel olabilirdi öylesi. Bu bir köşede dursundu.
***
Bir soruyla irkilmişti geçenlerde. Tam daldığında, ne duyup ne gördüğünde...
Babası sormuştu:
-Kızım siz nihilizm diye bir şey öğrendiniz mi okulda?
Afallamıştı. Hıı? diye tekrarlattı soruyu. -Evet, dedi.
Nasılmış ki o? diyerek açıklama bekledi adam. Huzursuz olmuştu kız, açıklama saçma olacaktı, biliyordu çünkü anlaşılamayacağını.
Yine de anlattı üstünkörü. Karşılık tam da beklediği gibiydi.
-Öyle şey mi olurmuş yahu.
Sonrasında alaycı bir gülümseme.
İşte bu ve benzeri tüm diyaloglar için kız hep susmadan yana kullanmak istiyordu hakkını. Orada ve her yerde.
Bazı sorular cevapsız bırakılmalıydı belki de. Cevabı bilinse bile, bilmiyormuş gibi yapılmalıydı. Herkese karşı böyle olmalıydı ama.
Susulmalıydı.
Öylesine soru sormak için soran arkadaşlara da aynı şekilde davranılmalıydı.
Teyzelik merakına mahkum olan komşulara da öyle.
Ve diğer amaçsız, laf olsun diye, gereksiz soru soran herkese karşı bu tavır takınılmalıydı.
Susmak en iyisiydi. Ağırlık gerektirirdi.
Ağır olmak da iyiydi hem.
Molla diyorlardı.
***
Anlat, dinliyorum, diyene karşı anlatmak olmuyordu kafanın içini.
Deli derlerdi insana. Anlatılmazdı.
Aslında denemişti bir kaç kez. Sonu hayırlısına, inşallaha, hımmm lara bağlanmıştı. Bazı muhabbetler hep oraya bağlanırdı. O yüzden ona 'anlat' demek pek saçmaydı. Ama sadece ona göre öyleydi.
O hataya düştü yine bir gün birisi. Anlat, dedi.
Sıraladı sonra klişe üç beş cümle, anlattıklarını bambaşka anlamıştı çünkü. Gülebildi sadece, boşver, diyebildi.
Gerçekten boşvermeliydi herkes. Yani herkes herkesi anlamak zorunda değildi. Ve anlamayacağın bir insanı anlamaya çalışmak kadar da can sıkıcı bir şey yoktu ona göre.
Gülümsedi sadece, taktı madalyasını.
***
Hayatında adamlara, şair adamların laflarına hayranlık duyardı bir de, onlara hayranlık duyanlardan başka. Bugün hayranlık duyduğu yine aynı curnatadandı.
Ece Ayhan'ı andı kendi kendine. Paşa gönlü öyle istemişti.
Hırçın ve huysuz şair adam şöyle kalmış, yer etmişti geceye:

''Bilmeden bekliyoruz, bilmeden uyuyoruz sabahlara değin Kim bilir, belki de biz Tanrısıyız en olunmaz şeylerin.''

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder