2 Aralık 2013 Pazartesi

Doktor

Sayın doktor, diye girsem söze.
Midem bunalıyor, ya da bir şeyler bulanıyor bünyemde kestiremiyorum, desem.
Muhtemelen depresyon başlangıcı, der saçma sapan sorular sonrasında. 
Doktorları hiç sevmedim hayatımda, seveceğimi de zannetmiyorum bu saatten sonra.
O yüzden gidip böyle bir diyaloğa girmem sevgili doktorla.
Bulantımı kendim düşünürüm günlerce, haftalarca, sürüp giden zamanlarca.
Okudukça düşündükçe anlarım aslında varoluşsal bir bulantı olduğunu.
Mesela sizin birkaç kadının muhabbetini dinlerken mideniz bulanmadı mı hiç?
Ya da tek bir insanın karşınızda saatlerce konuşması sırasında hiç mi duymadınız o hissi?
Veyahut kendini bir şey sanan, sandığını sanan, id'ini kontrol altına alamayan o insancıklar karşısında hiç mi çekip gitmediniz bulantının etkisiyle?
Benliğini özgüveniyle  sarıp sarmalayanlara aslında ne denli büyük bir boşlukta olduğunu hiç mi anlatmak istemediniz?
Muhakkak olmuştur böyle şeyler ya da olacaktır.
İnsanların aslında ne olduğunu, varlığı, var oluşu, kafaları ve içindekileri düşünmek, düşünmek, düşünmek...
Ve sonrasındaki baş dönmesi.
Hani ateşli hasta olduğumuz zamanlardaki sıkıntı, sanrılar ve diğer bünyeyi rahatsız eden bunca şey gibi.
Bazılarına göre mükemmel bir şey bu hissedilen, bazılarına göre delilik.
Bana göre de sadece bulantı, rahatsızlık.
Yani bir deli olsam mesela daha mutlu kılardı sanki o delilik beni.
Bir şey bilmeyen, düşünemeyen, farklı zihinsel bir dünya, başkalaşmış  evren.
Belki de asıl olan evren, bizimkiler sanrı.
Ve evet, bunları düşünmek bile bir bulantı sebebi.
En kötüsü de toplum da bulantıyı tetikliyor, başı boşluk da.
Önemli olan hangisinin bulantısını seviyorum, ya da seveceğim zamanla.
Olsaydı da Sartre efendi sorsaydım. 
Ya da çatkapı gidebilseydim Nietzsche bey'e.
Diğerleriyle de girebilseydim bir istişareye.
Keşke.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder