26 Aralık 2013 Perşembe

25 Aralık

Sadece güzel bir gündü onun için. Sadece bir tarihti ayın 25'i. Önemli bir gün değildi ya da özel. Ama güzeldi. Mutlu olduğu günleri güzel sayardı.
Bugün de öyleydi.
Sabah erken kalkmıştı kız, markete uğramıştı yarı uykulu vaziyette. Yürürken gün ışığı gözünü alıyordu ve yakıyordu tenini. Isındı bir güzel. Hafif de esti bir yandan. Uykudan uyandığı gibiydi saçları, savruldu hafif rüzgarda. Aldırmadı. Hızlı hızlı yürüdü.
Gördü yürürken sabah sabah kimler neler yaparmış. Kediler,köpekler güneş karşısında elini ayağını yalayarak ısınıyor, temizleniyorlardı. Gülümseyerek baktı onlara. Göz kırptı bir kediye, dost olduğunu belli  edercesine. Aynı yolu döndü sonra, izledi yine uyanmışları.
Aslında çok da uyanmamıştı kimse, tam anlamıyla uyanamıyordu kimse.
Sonra çay kokusunu doldurdu evine, hazırlandı. Planı vardı bir adet. Güzel bir plandı. Kötü olma ihtimalinin pek de olmadığı bir plandı bu.
Düşündüğü gibi de kötü olmadı.
Sadece gün sonunda bir çok küçük ayrıntı kalmıştı kafasında. Bazı kelimeler, cümleler gelip geçiyordu gözünün önünden. 
Gözlerini kapattığında görüyordu. Yeni bir şey değildi onun için gözlerini kapatarak görebilmesi.
Sonra dizideki cümle geldi aklına, vazgeçmeyi öğrenebilmek, demişti birileri.
Vazgeçmek öğrenilebilir miydi? Ama nasıl?
Bir vazgeçen bulmak gerekirdi bunu öğrenebilmek için. Lakin gerek duymadı. Vazgeçmek son olur, dedi kendi kendine. Gözlerini kapa ve vazgeçme.
Zaten istese de geçemezdi. Zordu. 
Daha önce az çok olmuştu, olanlar da sancılı süreçler sonucunda nihayete ulaşmıştı.
-Uzak ihtimal- geldi sonra aklına. 2009'da bir sinema salonunda izlemişti. Çocuktu o vakitler, pek çocuktu. Uzak ihtimalleri anlatan bir filmdi adı gibi. İnsanlar zaman zaman kaptırırlardı kendilerini çok uzak ihtimallere ve farkına varmazlardı. Aslında her şey göz önündeyken nasıl farkına varılmazdı? Nasıl ders alınmazdı izlenilen şeylerden?
Olmazdı işte bazen bazı şeyler.
Sonralarda anlardı insan bazı ihtimallerin ne kadar uzak olduğunu, uzay olduğunu. Ve bazılarının da ne kadar yanında, dibinde olduğunu. Ama elden bir şey gelmezdi. Gelemezdi.
İhtimaller uzak ya da yakın olabilirdi ancak önemli olan sonuca varmasıydı.
Tez sonuca varması. Tez canlıydı çünkü. Herkesten daha çoktu.

...Ve kafasının içinde belki üç yüz yetmiş beş ayrı kapı vardı. Her gece onları kapamakla uğraşırdı. Sesler ancak öyle bastırılırdı. Çeliktendi kapılar, ses geçirmiyordu.
Ama nedense bazıları ısrarla geri açılırdı, onları sertçe kapatarak çarpardı. Sonra açılmazlardı bir daha. Tüm o yüzlerce kapı kapanınca sessizliğe kavuşurdu, saymaya başlardı. Sayarken uyumak mantıklıydı. Hızlı hızlı sayardı ki daha çok yorardı kafasını.
Uyur, sabah olur perdelerini açardı.
Teker teker. Ses ve ışık doldururdu.
Mavi girerdi önce odaya. Dolardı gökyüzünden. 
... 
Yarın da yine her günkü gibi bir gün olacaktı olursa. Ve yoğun bir baş ağrısıyla uyanacağının teminatını veriyordu kendi kendine.
Ama vazgeçmeyi öğrenmek istemiyor olacaktı hala, onun da teminatını veriyordu kendine.
Çünkü sevemiyordu alı, moru, pembeyi.
Geçmiş olsundu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder