11 Ekim 2013 Cuma

Ve mesele;

Alışmak'taydı.
Ya da alışamamakta.
20.yy'ın peygamberi olarak nitelendirilen bir filozof adam böyle demeye çalışıyordu. 
Çalışmıştı zamanında. 

Seneler öncesine gitti  kız yakaladığı minik ayrıntılar sonrasında. Tozlu sıralara, tenefüs aralarına, kendini tüm gayretiyle aradığı ve bulduğu o zamanlara. 
Yabancıydı her şeye o zamanlarda. Herkes gibi, her şey gibi yabancı.
Yardımcı oldular sonra, minnet duydu onlara. Unutmadı.
Sadece kitap isimleriydi söylenenler, bazı adamların kitaplarıydı. Ya felsefe hocasıydı ''oku'' diyen, ya da çok da samimi olmadığı birileri. 
Ama okudu kız, kimisini sıkıla sıkıla, 
Kimisini de kendisini bularak okudu. 
Yabancılıktan kurtuldu mu? Belki, dedi.

Ve aradan seneler geçtikten sonra kız anladı ki, geçmiyormuş o yabancılık hissi.
Geçmezmiş.
Ya da dönemsel geçişler gerçekleşirmiş. 
Alışırmış, alışılırmış olan bitene.
Alışkanlık, denirmiş.
Üzüldüğümüz, sevindiğimiz, hissettiğimiz o çoğu güzel ya da lanet şey,
Aslında saçma alışkanlıklardan ibaretmiş, ya da alışamadıklarımızdan.

Tüm bunları düşünürken aklına bir film geldi kızın, yazgı'ydı adı,
Belki bir daha izlemeliyim, diye düşündü. Tekrarları severdi. Hem baya da zaman geçmişti.
İzlenirdi.
Yapardı bir kez daha muhakemesini. Severdi  öyle şeyleri.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder