Prensip olarak özlemeyen bir insandı kendisi, öyle derdi ulu orta, s'avunurdu.
Hayatı boyunca özlem duymamıştı diğer insanların anlattıkları kadar, derinden, acı. Ah'ları, keşkeleri olurdu biraz özlem gibi bir şeyle harmanladığı, o anlık yanında istediği. Ama 'özlem' değildi o hissettikleri. Hiç olmamıştı, olmuyordu somut ve mantıklı şeylere.
Sözde.
Garip şeyleri özlüyor-muş gibi hissediyordu ara sıra. Mesela karasal bölgelerdeyken maviyi, denizi, Ege'yi, imbatı bir de.
Ilıman bölgelerde ayazı -miş gibi oluyordu.
Bir çay kenarında oturmayı bir yerlerde, bazı yerlerde de Kordon'un bunaltıcılığını -mişti.
Çok yalnızken; çay koyulup, en sevdiği dizinin jeneriğini kaçırmamak için beklenmesini,
Bazı parfüm kokularını bir de.
Sesleri kimi zaman, çoğu zaman da sessizliği -mişti sanki.
Yollar vardı, ara sokaklar, pis ve izbe... Oraları -mişti bir zamanlar.
Dandik bir çekyata sığdırdığı gecelerini,
Ortopedik yatağını da çok -mişti bel ağrısından duramadığı vakitler.
Yokuşları, düzlükleri, tepeleri bazen,
Çok alıştığı dizi karakterlerini de -miş gibi hissediyor, vazgeçmiyor, tekrarlarını izliyordu 3. belki 5. kez baştan, en baştan.
Geride kalsın istemiyordu çünkü, anıları, yaşadıkları, izlerken hissettirdikleri, hatırlattıkları unutulsun istemiyordu. Tekrarlıyordu o yüzden, çok ve sık tekrarlıyordu.
Yani aslında o da özlüyordu kendi çapında, kafasında, dünyasında. Herkes gibi değil, anlatılanlara benzer şekilde değil ama, değişik özlüyordu işte.
Özleyecekti de.
Mütemadiyen.
Birikerek, biriktirerek.
http://www.youtube.com/watch?v=RrGjK28-2TY
çok sevdim bu miş'li yazını..
YanıtlaSilçok güzel anlatmışsın,eline sağlık
Sevindim o halde.:) Teşekkürler.
YanıtlaSil