11 Ocak 2014 Cumartesi

?

Her gün 'ne yesek?' diye düşünmek zordu.
'Ne yapsak' diye düşünmek,
'Ne çözsek, ne çalışsak?'
'Ne desek?'
'Ne konuşsak?'
'Ne dinlesek?'
'Ne izlesek?' 
'Ne düşünsek?'
'Ne dilesek?' diye düşünmek de zordu. 
Kendini tekrarlayan bir döngü de olsa tüm sorular, sorulur, sonra da bir öncekine benzer cevaplar bulunurdu. Kimse kafa yormayı sevmezdi çünkü o evrende. Düşünür, eyleme geçirmeye üşenirlerdi.
Ama 'Ne yazsak?' diye düşünmek zor olmazdı sanki hiç kimseye. Ya da sadece ona.
Zorlama değildi, gereklilik de. Neden olsundu.
Her zaman bulunurdu yazmaya bahane.
Ona da zor gelmezdi işte.
Neticede 'baca temizliği' demişti adına güzel adamların dediği gibi.
Hem başkalarına da zor olmazdı belki. Oluyorsa da umursamadı.
Daha fazla zor olmasın istedi, yeterince zor olanlar evreninde.
...
Bir günü dört mevsime benzetirdi zaman zaman.
Sabahları ilkbahar gibiydi, genelde kaçırdığı,
Öğle vakitleri yazdı sanki, bir şeyler yapılmalıydı mutlaka,
Akşam üzerileri her zaman sonbahardı, turuncunun yavaş yavaş kızıla çalması öyle düşünmesine bahaneydi,
Geceleri de kıştı. Kışıydı. Kış gibiydi.
Acaba mevsimlerden kış olduğu için miydi bu benzetmeler, yazın da böyle düşünür müydü? Bilemedi.
Ama sabahları genelde kaçırması, baharları kaçırmasıyla güzel örtüşmüştü. Mütemadiyen habersiz geçerdi sabahlar, tıpkı baharlar gibi. 
...
Vakitlerden gece, mevsimlerden kıştı. Şimdilik.
Az kalmıştı bahara,
Ve sabaha.

                                   Penceresini kapamayacaktı yine, belli mi olur,
                                                     gök dolardı belki içeriye.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder