20 Ocak 2014 Pazartesi

Gölgeler

“Bazı insanlar karanlık bir mağarada, doğdukları günden beri mağaranın kapısına arkaları dönük olarak ayaklarından ve boyunlarından zincire vurulmuş oturmaya mahkumdurlar. Başlarını da arkaya çeviremeyen bu insanlar, mağaranın kapısından içeri giren ışığın aydınlattığı karşı duvarda, kapının önünden geçen başka insanların, hayvanların ve taşıdıkları şeylerin gölgelerini izlemektedirler.Bu mahkumların sahip oldukları bilgi, onların gözleriyle ve kulaklarıyla kazandıkları duyusal bilgidir ve bu görsel bilgi duvardaki gölgelerin, yani görünüşlerin bilgisidir.İçlerinden biri kurtulur ve dışarı çıkıp gölgelerin asıl kaynağını görür.Kendide gördüklerine inanamaz İnsan için yanılgılardan kurtulmak, eski alışkanlıkları terk etmek çok güç olduğundan, o muhtemelen yeni duruma alışamayacak ve daha önce görmüş olduğu şeyler, ona daha gerçek görünmeye devam edebilecektir ve tekrar içeri girip gördüklerini anlatmaya başlar ama içeridekileri, duvarda gördüklerinin yansıma olduğuna ve gerçeğin mağaranın dışında cereyan etmekte olduğuna inandırması imkansızdır.”

Bir metafordu meşgul eden düşüncelerini,
Asrın hatasının yapıldığı.
Durdu bir süre, o mağaradan çıktıktan sonra geri dönmekle aptallığın daniskasını yapmış insanoğlu, diye ekledi. Bu kadar korkak olmamalıydı, alışabilirdi, alışırdı zamanla.
Bir yanda gölgeler bir yanda suretler var iken,
Sureti aramalıydı. 
Gölgeye, gölgelere nasıl inanılır, nasıl alışılırdı?
Ama esaslı soru bunlar değildi. Evet, evet. Kesinlikle değildi.
Lakin...
Görünmez bir insan neler yapmazdı ki? Hani perdenin ardındaki?
...
***
Bir sanat filmi üçlemesi bitirip oradan oraya savrulmuştu kafasındaki vızıltılar, sorular bulmuş, cevaplarını aramış, cevaplarını bulmuş, bulamamıştı.
Olurdu öyle zaman zaman. Olmazsa olmazdı onun için. Olmazsası ne boş, ne lüzumsuz olurdu.
Ve bir şeylerin farkına varmıştı gölgeler üzerine. Ama o zaten suretlere bile güvensiz bazı zamanlarda da saplantılı bağlanırken, gölgelere değinmek istemedi gecenin kör saatlerinde.
Suretlerleydi onun işi. Öyle olmasını umdu.
Renkli bir gölge sanatı değil ise evreni, muhakkak ki suretlerleydi işi.
Muhakkak.
'Sen yine de kesin şey etme!' diye bir ses duydu derinden.
Yumuşadı aniden.
Velhasıl kelam sanatsal ağırlıklı başka üçlemeli beşlemeli filmler bulmalıydı kendine. Aramalıydı.
'İnsanoğlunun yaratılış vazifesiydi; arayış.' Gün içinde nerede duymuştu kim bilir.
Neredeydi?
Arayış, demişti işte. 
Arayış.
***
Bir kaç cümle de mağaradan bir çıkıp pir dönen o ademe düzmüştü ama, neyse.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder