28 Ocak 2014 Salı

Durak

Pek ala yazmayabilirim, hem de yazmazsam tam anlamıyla yazmam, ''hiç'' diye düşündü.
Sonra, ama yazabiliyorum, dedi. Bir şekilde yanyana geliyor harfler, kelimeler sonra cümleler kuruluyor düzenli, devrik, sıralı... Becerebiliyorum işte, dedi.
O zaman yazarım, diyerek kararını verdi. Çok öncelerden.
Bunları yapabiliyordu, evet. 
Lakin gitme isteğine hakim olamıyordu. Sevdiği ya da sevmediği, alıştığı, nefret ettiği her yerden gitmek istiyordu vakti gelince. 
Nedensiz gitmek. 
Sadece gitmek.
Vicdansızca geliyordu bu ona ve bencilce. Ama devam ediyordu istemeye, delicesine istiyordu gitmeyi. Duyduğu o buruk acıya rağmen. Ve biliyordu aslında gitmeler yakındı, sayardı sayardı sonra giderdi. Genelde öyle olmuştu çünkü.
Ayrılamam dediği yerlerden ayrılmış, senelerce evi olmuş yerleri terketmişti vakti gelince. Üzülmüş, alışmıştı.

Hayat, yollardı. Yollar da alışmaktı. 
O halde hayat da alışmaktı. 
Her şeye alışmak. Vakti gelince, zamanla alışmak.
Ortaya çıkardığı önermeler lisedeki mantık dersinden kalmaydı, severdi mantık derslerine giren o felsefe hocasını.
Felsefe hocalarını hep sevmişti. Çünkü normal değillerdi hiç biri. Felsefe hocaları da onu severdi, çünkü o da onlardandı. Sofi'nin Dünyası'nı zevkli bulanlardan hani.
...
İşte sonra,
Pek ala yazabilirim, diye düşündü. 
Yine.
Henüz yıkılmamışken dünya başına yazmalıydı zaten.
Yıkılınca muhakkak yazacak takati olmayacak, vakti kalmayacaktı.
Vakit varken,
Alışmalıydı,
Alışma'ya.

''...Şimdi otobüs gelir biner gideriz
dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç...'' diyordu bir güzel ses.

Falanca durağa elbet varacaktı.
Dert etmesindi.
Bir durdu düşündü, 

Tabi ya. Daha göğe bakacaktı.

http://www.youtube.com/watch?v=75rSdpt8OtM


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder