19 Kasım 2013 Salı

Mezopotamya

Hanlar,
Kaleler,
Surlar,
Kapılar,
Diller,
Şiveler,
Yemekler,
Tatlılar,
Kahveler,
Kadınlar,
Çocuklar.
Ve daha niceleri, çokları, pekleri...
Güneydoğu diyorum hani.
Şahmeran simgeleriyle,
Yazmalarıyla,
Bakırlarıyla,
Dokumalarıyla,
Tarlalarıyla,
Göz alan sarılıklarıyla,
Havasıyla,
Suyuyla,
Toprağıyla,
Nam-ı değer Mezopotamya.

Son kez oralarla bağlantılı bir yazı olsun istedim. Daha sonralardan tekrardan yazarım belki. Sevdim çünkü.
Gezmeyi, görmeyi, tanımayı sever idim hep, ondan sevdim.
Planlamadan gittiğim, beklediğimden fazlasını bulduğum için sevdim belki. Bilmiyorum.
Sevmenin bir nedenini bulamaz ki insan zaten hemen, sever bazen. Sadece sever.
Ama benim oraları sevmem için nedenim çok oldu. Hem de pek çok.
Sonra düşündüm, ben Roma'ya gitseydim de sevecektim aslında oraları, ya da Beyrut'u görsem de bayılacaktım veyahut Moskova' yı solusam orada ölmek isteyecektim.
Demek istediğim ben gitmelerimi sevecektim zaten. 
Ve sevdim işte.
Farklı olan her şeyi sevdiğim gibi sevdim. Bir süreklilik içinde olsam belki sevmezdim.
Süreklilikler sevilmez çünkü. Sevmemek için nedenler yaratılır hep.
Lakin gitmelerim sürekli olmadığından sevdim ben hep gittiğim o yerleri.
Zaten sürekli olsun da istemedim hiçbir yerde.
Aslında öyle.
Gibi.

Velhasıl kelam, ben hep demişimdir ki önce bir buraları göreyim sonra sınırdışı olsun. Daha uzaklar daha sonraya kalsın.
Ve işte siliyorum listeden bazı yerleri, daha da sileceğim zamanı geldikçe.
Sildikçe mutlu oluyorum. Daha da mutlu olacağım elbet.
Şimdilik son iki bölgenin bir kaç yeri var sırada. 
Sonra,
Sonraları olacak.
O sonralara kadar biriktirdiklerimle yetineceğim. Yetinirim.

                      İşte bunlar da Diyarbakır-Mardin kesimlerinden bana kalanların bir kısmı.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder