27 Mart 2014 Perşembe

Perşembe

...
Panzehirini bilir de kullanmaya meyletmezdi bir türlü. Nedendir bilinmezdi. Bünyesinde gezinip duran, kafasını uyurken uyanıkken bilfiil işgal eden o zehrin müptelası olmuştu besbelli. Ondandı o halleri.

Yazıp anlatmaları, sonra da ne güzel anlaşılmaları oluyordu halbuki. Ama o anlaşılamamaktan korkmuştu bir kaç kez. O yüzden yazıp anlatma kısmında kalıyordu. Kendi zehrini içine akıtıyordu durmaksızın. 
Zehir miydi sahi o? Öyle demek hoşuna gitmedi birden. Neden zehir olsundu hem? Başka türlü tarifleri mümkündü, çok da anlaşılır türden olmasada.

Hem sızlansa da biçare bazen anlaşılır, neticesinde de çokça mesud olurdu. Huzur bulurdu içi, aydınlanırdı. Severdi öyle hallerini.
Ve kelimeleri düşünürdü sonra, cümleleri... Sadece harf topluluğu değildi onlar, olamazdı. Alelade dizilişleri içinde pek çok duyguyu, hissi barındırırdı. Ve onları herkes anlayamazdı işte. Bazı seçilmişler vardı, kelimelerin, cümlelerin ruhundan anlayanlar, anlatmak istediklerini derininde hissedenler. Şanslıydı onlar, çok şanslılardı.
...

Sisli geçen bir günü geride bırakmış, yeni günü selamlamıştı daha yeni. 
Bir belirsiz günü.
Muhtemelen gri başlayacak bir günü.
Kafasında aynı şeyleri döndürüp duracağı bir günü selamlamıştı işte.
Güzel şeyler umuyor, bekliyordu yeni gününden.
İnsan bazen güzel şeyler beklerdi günlerden.
Gelecek o günlerden...

Ve beklerdi penceresinden dışarıyı izleyerek. Düşünerek. Hatırlayarak. Hayal ederek...
Beklemenin tahammül edilebilir yanlarını bulmaya zorlardı tıpkı o çok bekleyen insanlar gibi. Onlardan oluyordu işte yavaş yavaş.
Ya da olmuştu bile.

Gün, perşembeyi buluyor, geçiriyor, geçirecekti hevesle. 
Gün' ler öylesini severdi, delice.
Perşembe de öyle.
...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder