22 Mart 2014 Cumartesi

Bir Trenli Hikaye

...
1998 senesi olmalıydı. Mevsimlerden de kış.
İlk şehirler arası yolculuğunu yapacaktı minik kız. Epey minikti, evet. Minikkende minik olanlardandı o. İlk şehirler arası yolculuğuydu ve de ilk tren yolculuğu. Ortalama 7-8 saat yol gideceklerdi ve kız bilemiyordu o kadar saat ne yapacağını. Kesin çok canı sıkılacaktı. Hazırladığı minik çantasına bir hikaye kitabı attı. Yolda okuyup bitirecekti, kesin biterdi. 

Günün sabahında midesinde tuhaf bir ağrıyla uyanmıştı, heyecanından kaynaklıydı ama kız o zamanlar bunu henüz bilmiyordu. Tren garına gittiklerinde çok kalabalık olduğunu gördü. Bayram arifesi olmasındandı büyük ihtimalle, herkes o aile gibi düşünmüş kısa bayram tatilini şehir dışında değerlendirmek istemişti besbelli. 
Tren geldi.
Babası apar topar kaldırdı kucakladı çocukları trene atladı yer bulabilmek için. İçi çok doluydu, ayrı ayrı yerlerde bir kaç yer anca bulabilmişti. Minik kız ile kardeşini otutturdu babası, çaprazına da annesi ile kendi oturdu. Göz önündeydiler. Çocuklar, anne-babasını, diğerleri de çocukları pek ala görüyor, isteklere koşuluyordu anında.
İlk tren yolculuğu eğlenceli geçecek gibiydi. 

Kardeşiyle müzik dinleyerek ve piknik havasında geçiyordu yolculuk. Arada kitabını açıp okumaya çalışıyor ama heveslenemiyordu bir türlü. Trenden dışarı bakıyordu kardeşler, hızla gelip geçen evlere, ovalara, ağaçlara, çiçeklere, insanlara, garlara bakıyorlardı. Ve her garın ismini yüksek sesle ailesine ulaştırıyorlardı. Oyun haline getirmişlerdi bunu. Eğleniyorlardı. Arada uyudu küçükler, uyandılar. Ama zaman geçmiyordu, daha çok vardı. 

Tren garına yaklaşırken yine dışarı izliyordu minik kız, bu sefer uzun molaydı bekleyecekti tren biraz. Gelip geçenlere, koşturanlara bakıyordu hala, ve derken birisi ilişti gözüne. Oturuyordu tek başına ve etrafı izliyordu. Kocaman bir abiydi bu. Uzun siyah bir mantosu, beyaz kumaş atkısı vardı boynunda. Ayağında da postalları. Sarı saçları, kaşları...
Daldı minik kız o abiye, utandı sonra kafasını eğdi önüne. Ama durup durup bakmak istiyordu o yöne, onun olduğu yöne. 

Mola bitti. Büyük ve hızlı adamlarla genç adam trene yaklaştı, elinde ufak bir çantası vardı. İçeri girdi ve kızın tam karşısında boşalan yere oturdu. Vagona girip havalı gelişi bir kaç kişinin daha dikkatini çekmişti, genç adamdan yöneydi bakışlar artık. Minik kız daha da utandı istemsiz. Dışarı bakmaya çalışıyor, gözleri yine karşıya kayıyor, sonra kendini yine genç adamı izlerken buluyor, tekrar utanıyordu. Genç adam da dışarı izliyordu ama sadece dışarı izliyordu o. Kafası sabitti. Ve dalgın gibiydi de aynı zamanda. İfadesiz bir suratı vardı. Kız utanmayı geçmiş izliyordu artık genç adamı, inceliyordu. 
Genç adam çantasından kalınca bir kitap çıkardı. Üzerinde okuyamadığı yabancı bir yazar ismi ve büyük harflerle 'Suç ve Ceza' yazıyordu. Çok kalın bir kitaptı, minik kız daha önce bu kadar kalın kitap okuyan birini görmemişti. O genç adama duyduğu ilgi daha da artmıştı bu sayede. Ağzını kıpırdatmadan nasıl da güzel okuduğunu izliyordu. İmreniyordu ardı sıra. Çünkü kendisi kitap okurken hala ağzını kıpırdatıyor, gözle okumayı çok sıkıcı buluyordu. Öğretmeni tarafından sık sık uyarılıyordu, ama zaten sınıftaki herkes de sık sık uyarılıyordu bu konuda. O yüzden eksiklik ya da yanlışlık olarak görmüyordu. Ama genç adamı öyle gözleriyle ne de güzel okuduğunu görünce utandı kendinden birden. 
İzlemeye devam ediyordu hala, ve çaktırmamaya da çalışıyordu ailesine. Biraz zorlanıyordu bu konuda. 
Bir ara göz göze geldi genç adamla, hemen çevirdi kafasını çocukça bir edayla...

Minik kız biraz büyümüş gibi hissediyordu ama hala aynıydı. 8 Yaşında.
O da çantasından hikaye kitabını çıkardı gözleriyle okumaya başladı. Böylece izlemeyecekti karşısını ve utanmasına da gerek kalmayacaktı. Hem yolda kitabı bitiririm demişti kendi kendine. Bitirecekti.
Okuyordu durmaksızın, sayfaları çevirirken karşısına bakıyor ve bu hoşuna gidiyordu. Her sayfa çevirişinde gördüğü suret daha da güzelleşiyordu sanki. Daha sık, daha çok görmek için çabuk çabuk okumaya başladı. Okurken bir yandan da genç adamın elindeki o kitabı merak ediyordu, ne anlatıyor, neyden bahsediyordu? İndiğinde mutlaka büyük ablalarına soracak öğrenecekti.

Kitabını okumaya devam ediyordu. Heyecanlanmıştı, hikayeye tam anlamıyla girmişti artık. En sürükleyici kısmında sayfanın yaprağını çevirirken genç adamın toparlanıp arkasını döndüğünü gördü, kitabı bıraktı kucağına. Arkasından bakarken, genç adam beyaz atkısını düzeltmeye çalışıyordu. Vagondan çıktı, sonra da trenden... 
İndi ve uzaklaştı... 
Bekleyeni yoktu o garda. Hızlı adımlarla yürüyüşünü, gidişini izledi minik kız. 
Garın ismine bakmalıydı, bir süredir okumamıştı geçtiği yerleri.
Kuyucak idi bu yer.
Aklına kazıdı...

Hikaye kitabının çok az bir kısmı kalmıştı. Belki de okumamalıydı. Canı sıkılmıştı çünkü pek de anlayamadığı bir nedenden.
Sonra kendi kendine, okurum, dediği aklına geldi. Az da kalmıştı zaten.
Okudu biraz daha.
Bitirmişti,
Yolunu,
Yolculuğunu.

Hikayesini,
Bitirmişti.
...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder