11 Nisan 2014 Cuma

İçin sesi

...Belki de insanları hiç mi hiç anlayamam, diye düşündü. Onlar da zaten beni anlamaz, diyerek ekledi düşüncelerine düşüncelerini.
Farklıydı her şey. Yaşamlar, yaşanmışlıklar, çevreler, görülenler, duyulanlar, maruz kalınan durumlar... Niceleri farklıydı ve bu farklılıklarda başkalaşıyordu insanlık.
Kiminin gözü paradan başka hiç bir şey görmezken, kimi sadece lüks için yaşıyor, kiminin bugün ya da yarın umrunda olmazken kimi sadece öte tarafa yatırım yapıyor, bazıları kafalarında geçmişten bugüne kurdukları hayatın, hırslarının kurbanı olurken, kimi de nasıl daha vicdan sahibi olurum diye düşünüyor, gelecekçiliği yaşam tarzı haline getirirken bazıları, kimileri de tırnağı kadar önemsemiyordu. İnsanlık birbirine tamamıyla zıt milyonlardan oluşuyordu.
Zıtlıklar o kadar zıt o kadar uzaktı ki uzlaşma mümkün olmuyordu, olmayacaktı.
Zaman zaman zıt insanlar bir durup düşünüyor, biraz da korkuyorlardı bu durumdan. Ortak noktalar yaratmaya çalışıyorlardı. Bazen mümkün oluyor, bazen de olmuyordu.
Neticede özünde zıtlardı, ne olsa da, neler olsa da zıtlardı, bambaşkalardı. 
İşte böyle bir zıtlıklar evreninde insan kendisine bütünüyle benzer biriyle karşılaşınca afallıyordu, hem de çok afallıyordu. Ortak noktaların fazlaca olduğu arkadaşlıklar bile uzun yıllar süregelirken, her konuda uyum sağlayan birisiyle tanışmak mümkündü mümkün olmasına. Ara sıra...
Lakin üzerinde bir hayli düşündürüyordu işte.
Bu durum bazen bazı yazılar okuduğunda oluyor, bazen bazı kitaplarda karşılaşılıyor, bazı karakterlerin yaratılışı da öyle düşündürüyordu bazen. Evet, vardı işte. Onun gibi düşünen, yazsa onun gibi yazacak, çizse onun gibi çizecek, görse onun gibi görecek... 
Bazı insanlar birbirine benzerdi ve bu benzerlikler insanları daha da benzer kılardı farkında olmadan.
...
''Sıkan bir kundurayı çıkarmış'' gibi diyerek tarif ediyordu bir kitapta 'rahatlık' duygusunu, her şeyi söyleyip 'rahatlama' hissini. Sevmişti o tasviri, nasıl sevilmezdi. İşte o anda da, o kitabın yazarına duyduğu yakınlık da bin kat artmıştı. Tanışsalar muhakkak çok iyi sohbetleri olur, çok iyi anlaşırlar, geceler-günler boyu konuşurlardı.
Ama imkansızdı, çoğu şey gibi.
Ve bu durum gerçekten canını sıkıyordu mütemadiyen. Nerede kendine yakın, benzer, tanıdık bir ruh görse, bulsa, tanısa mümkünsüzdü, mümkünsüzleşiyordu.
İşte öyle zamanlarda o keşfettiklerinin üstüne daha çok gidiyor, daha çok okuyor, daha çok dinliyor, daha çok izliyor ve daha çok düşünüyordu.
Ya da hep düşünüyordu.
Düşünecekti 'kendisine' kavuşana dek.
...

Ve bugünlerde bir oluyordu o romanın kahramanlarıyla. Bir hissediyordu.
Bir hissettirmişti cümleler, kelimeler, içindeki sesler.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder