14 Nisan 2014 Pazartesi

Bir 'açılma' sorunsalı

...
Mecnun'lu, Keloğlan'lı absürt bir dizinin en güzel bölümü gibi güldüren rüyasından uyandığında şaşırmıştı. Erken saatlerdi ve çok nadir olarak tekrarlanan 'gülerek uyanma' durumuna şahit oluyordu. Önemli bir gündü bugün, belki de bir yerlere not almalıydı bunu.
En son ne zaman sesli gülerek uyandığını hatırlamaya çalıştı. Zorladı beynini. Lakin hatırlayamadı. Ama illaki 'uyanmışımdır..' dedi. İllaki.
Biraz geçtikten sonra aslında önemli bir gün olmadığını, tekrarlanan aptal ve sıkıcı pazarlardan olduğunu hatırladı. Büyük ihtimalle o yüzden erken kalkmıştı. Pazar kahvaltısı önemliydi. Mutlulukla ilgisi vardı o iki saatin. Buluyorlardı.
Gün öğleyi bulup geçerken içi sıkılmaya başladı yavaştan, her zamanki sıkkınlıklarındandı artık yadırgamıyordu. Düşürdü suratını. İyice düşürdü. Çok düşürdü.

Pazar günleri ev sakin olmazdı, çalışan ailesinin tek coşkulu günüydü. Coşkularına katılmak ister, saçma gelir, katılamazdı. Elinde değildi.
İşsiz bir insan için pazar günleri kocamanından bir 'HİÇ'ti. Ama diğerleri bunu anlamıyorlardı ve işsiz kalmadıkları müddetçe de anlamayacaklardı.
Ve sonra başladı işkencesi... 
Çevresinde 'açılırsın' lafını duymaktan nefret ettiği saatlere giriyordu. İnsanlar onun mutsuz, huzursuz, yorgun olduğunu düşünüyor ve bunu bir nebze de olsa azaltabilmek için çabalıyorlardı.
Haklılardı esasen. Mutsuz, huzursuz ve yorgundu. Ancak buna yapabilecekleri bir şey de yoktu. Ne yapsalar açılmazdı, ne yapsa açılmazdı. -Mış gibi yapabilirdi sadece, o da her zamanki nedeninden dolayı; 'ayıp olmasın' diyeydi.
Ve başlamış, tekrarlanıp duruyordu işte pazar önerileri:
-Hadi tesislere gidelim, açılırsın.
-Hadi pikniğe gidelim, açılırsın.
-Hadi tenis oynayalım, açılırsın.
-Hadi az bahçede gezin, temiz hava al,  açılırsın.
-Hadi odandan çık, salona gel, açılırsın.
...
Sonra da muhabbet içinde öğüt verici cümleler sıralanıyordu gizliden gizliye:
-En önemlisi sağlık.
-Öyle kafayı takmayacaksın her şeye canım, sağlığı bozmaya hiçbir şey değmez.
-Bütün hastalıklar sinir bozukluğundan oluyor zaten.
-Hem dünyada her şey istediğin gibi olmuyor ki, alışmalı insan buna.
-İnsan kendi dünyasını başına yıkmamalı ufak tefek şeyler için, değil mi? Hıı?
...
Değiştirmiyordu bunlar hiçbir şeyi. Bilmiyorlardı.
Bilmesinlerdi. 
İnsanlar bazen akıl vermeye, birilerini iyi etmeye ihtiyaç duyarlardı. Karşılarındaki işe yaramış gibi davranınca da mutlu olurlardı. Oyundu işte bütünüyle. Oynamak gerekirdi, mutlu olabilecekse birileri. Hem belki bulaşırdı böylelikle mutlulukları.
Oynardı ara sıra öyle, ama bazı pazarlar oyun bile oynamak istemezdi canı. 
İzlemek hoşuna giderdi. Lakin git gide sıklaşan boğucu ilgiden de nefret ederdi.
Biraz izledi, biraz da nefret etti.
Kızdı, ses etmedi, içinde patlattı, çok başı ağrıdı.

Sonra gün bitti, uyudu ses eden herkes. Karanlık iyiydi. Afferin verdi yine tanrıya.
Dinledi biraz rahatlatan ne varsa, biraz da yazdı. 
İşte, açılmıştı.
Yoksa yine -mış gibi mi yapıyordu?
Artık kendisi bile anlamıyordu.
Açılmış olabilirdi. Muhtemeldi.

Ve ne haklıydı diğerleri.
Açılması gerekliydi.
...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder